Dünyanın gözü önünde gerçekleşen ve insanlığın gördüğü en büyük katliamlardan birinin yaşandığı Ruanda’da yaralar halen sarılmış değil. İşte bütün gerçekliğiyle korkunç Ruanda Katliamı:
Ruanda, Afrika’nın ortalarında doğuya yakın bir yerde bulunuyor
Resmi adı Ruanda Cumhuriyeti olan ülke neredeyse bir şehir büyüklüğünde. Komşularından bazıları Uganda, Tanzanya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti. Güncel nüfus oranı 10-11 Milyon civarında. Şu anki nüfusu, %85 Tutu, %14 Tutsi ve %1 Twa etnik gurubundan oluşuyor.
1890’dan Birinci Dünya Savaşı’na kadar Almanya’nın elinde olan bölge, savaşın sona ermesiyle Belçika’ya bağlanmıştı. Birbiriyle aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip olan bu insanlar yönetildikleri ülkelerce etnik gruplara ayrılmıştı.
Birlikte yaşayan bu insanlar, sömürge ülkesi haline geldikten sonra kafa tasları ölçülmüş ve dış görünüşüne göre gruplara ayrılmıştı. 1931 yılında dahil olduğu etnik grubun adı yazan kimlikler dağıtılan insanlar yapay olarak ırklara ayrılmıştı. Uzun boylu, güzel görünümlüler ve zenginler Tutsi sayılıyordu.
Soykırımın öncesinde yaşananlar
Belçika yönetimi Ruanda’nın kontrolünü sağlamak için azınlık grup olan Tutsileri destekleyip, onları ilk kademeye yerleştirmişti. Hutuların eğitim ve sosyal imkanları çok kısıtlıydı. Buna karşılık Tutsiler çok daha refah yaşayıp, daha iyi işlerde çalışıyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler’in kontrolüne geçen ülkede seçim yapıldı ve Hutu Özgürlük Hareketi iktidar oldu. Gücü eline geçiren Hutular, geçmişin intikamını alırcasına Tutsilere karşı zalimce davranmaya başladılar. 100 bine yakın Tutsi ölürken, 160 bin Tutsi ise komşu ülkelere mülteci olarak sığındı.
Hutu yönetimi olaylar karşısında milliyetçi bir siyaset izliyor ve Tutsileri öldürenleri koruyordu. Her yerde baskı gören Tutsiler işlerinden edilip, sürgüne zorlanıyordu. Ülkeden giden Tutsilerin sayısı 500 bini geçmişti. Komşu ülkelere sığınan bu insanlar Ruanda Yurtseverler Birliği (RYB) adında bir örgüt kurarak organize olmaya çalıştılar. Hutu hükümetine karşı giriştikleri silahlı mücadele sonrasında 1990-1992 yılları arasında ülkede iç savaş yaşandı.
Ağustos 1992’de Birleşmiş Milletler’in de desteğiyle ateşkes imzalanmıştı ve olaylar siyasi bir şekilde çözüme kavuşmak üzereydi. Fakat Tutsileri yok edip, işi kökünden çözmek isteyen aşırı uç Hutular Interahamwe adında bir örgüt kurdular.
Silahlar pahalı olduğu için, Çin’den ucuz yüzbinlerce satır siparişi verilmiş ve Tutsiler fişlenmeye başlanmıştı. Hutu hükümeti bu yapılan hazırlıkların farkındaydı ancak bunun için bir önlem almıyordu. Katliamın başlaması an meselesiydi.
Başkanın uçağı düşürüldü ve katliam başladı
Katliamın fitilini ateşleyen olay, 6 Nisan 1994 günü bir Hutu olan Ruanda devlet başkanının uçağının düşürülmesi oldu. Başkan Cyprien Ntaryamira kaza sonucu ölürken, Hutular bunu Tutsilerin düzenlediği bir suikast olduğunu ileri sürdü. Devlet radyosu “böcekleri öldürme vakti” şeklinde yaptığı anonslarla halkı katliama teşvik ederken, Interahamwe üyeleri çoktan önceden belirledikleri Tutsileri öldürmeye başlamıştı bile. Sivil Hutular da onlara katıldı.
Başkanın koruması 10 Birleşmiş Milletler askeri kaybolmuştu. Bölgede bulunan BM Barış Gücü kayıp askerlerin ölüsünü bulunca ülkeden çekilme kararı aldı. 3 ay önce Somali’de Birleşmiş Milletler görevindeki 18 Amerikan askerinin ölmesi de bunda büyük etkendi. Bu olay Amerika’nın barış koruma kararlılığı hakkında değişiklik yapmasına neden olmuştu.
BM askerleri bölgeden çekilince soykırımın şiddeti de artmaya başladı.
Akıl almaz, yürek dayanmaz bir vahşet yaşanıyordu. Elleri palalı Tutular bebek, çocuk denemeden herkesi en acımasız şekilde öldürüyordu. Öyle ki öğle yemeği için mola veren Tutular, esirler kaçmasın diye aşil tendonlarını kesiyor, daha sonra katliama kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Sokaklar cesetlerle dolup taşmıştı. Amaç Tutsilerin kökünü kurutmaktı. Sadece %1 nüfusa sahip Pigmeler ile Tutsilere benzeyen ve muhalif Huttular da katliama uğruyordu.
Bir çoğu satırlarla canice öldürülürken, bazıları canlı canlı yakılıyordu. 500 bin kadın tecavüze uğramış, sağ kalanlardan çoğunluğuna HIV virüsü bulaşmıştı. Sokaklardaki cesetler köpeklere yem oluyor, Hutular, ölülerin etini yiyen köpekleri bile öldürüyorlardı.
Her gün geçip gittiğiniz sokakların vahşice öldürülmüş insanların cesetleriyle dolduğunu bir düşünün. Ruanda işte böyle bir cehennemi yaşıyordu.
RYB soykırıma müdahale etmek üzere ülkeye girdi
Paul Kagame önderliğindeki silahlı Ruanda Yurtseverler Birliği ülkeye giriş yapıp, başkent Kigali’ye kadar ülkeyi ele geçirdi. Sayıları 2 Milyonu aşan insan, Tutsilerin intikam alacağından korkarak komşu ülkelere kaçmak zorunda kaldı.
100 günün ardından soykırım durmuştu ancak ortaya çıkan tablo korkunçtu. Her yer ölü bedenlerle dolup taşmış, sokaklar kana bulanmıştı. Sağ kalan herkesin mutlaka bir tanıdığı katledilmişti. Kiminin ise tüm ailesi ve akrabaları. Sağ kalanların çoğunluğu büyük yaralar almış, bazıları ise uzuvlarını kaybetmişti.
Bazı çocuklar ölü bedenlerin arasına saklandığı için hayatta kalmıştı. Bunlardan biri de Valentina Iribagiza. Bir kiliseye sığınan bir grup Tutsi, Hutular tarafından katledilmişti. Küçük kız, cesetlerin arasında kendini saklayarak hayatta kaldı.
Palalarıyla herkesi doğruyorlardı. Beni öldürmediler çünkü kanlar üzerimi kapatmıştı. Cesetlerin altında saklandım. Gece 2’de tekrar geldiler. Birisi ayağıyla kafamı itti. Ölü olduğumu düşünüp gittiler. Uzun bir süre ölülerin arasında yaşadım. Geceleri köpekler gelirdi. Yanımdaki ceset de dahil ölüleri yiyorlardı. -Valentina Iribagiza
Barış Gücü soykırımı engelleyemez miydi?
Kanadalı asker Romeo Dallaire, Birleşmiş Milletler’in barışı gözetlemesi için gönderdiği askeri gücün komutanıydı. Tehlikeyi önceden sezen ve bu konuda harekete geçmek için yetki isteyen komutanın isteği red edilmiş ve beklenmesi emredilmişti. Ruanda’da istenmediklerini ve bu yüzden hedef alındıklarını düşünen Birleşmiş Milletler, Somali’deki olayın tekrarını yaşamak istemiyordu.
Soykırımın ardından Amerikan yönetimi asker göndermedikleri için pişman olduklarını ve eğer asker gönderselerdi en azından bir kaç yüz bin insanın hayatını kurtarabileceklerini itiraf etti. Tabii bu geç pişmanlık hiç bir şeyi değiştirmedi.
Romeo Dallaire, insiyatif alarak en azından Hutu katliamını zorlaştırıyordu. Tutsilerin saklanabileceği yerleri koruyan komutan en azından 25-30 bin insanın hayatının kurtulmasını sağladı. Ruanda’dan döndükten sonra travma sonrası stres sendromu yaşayan komutan, Şeytanla El Sıkışmak (Shake Hands with the Devil) adında bir kitap yazdı. Soykırımdan 10 yıl sonra yazdığı ve yaşadıklarını anlattığı kitabı 2007’de film yapıldı.
Elimden geleni yaptım gibi bir teselli bulamıyorum. Ruanda beni asla bırakmayacak. O benim bütün bedenimde, ruhum orada katledilen insanlarla beraber.
O gözler aklımdan çıkmıyor. Kızgın gözler, masum gözler. Gülen gözler yok. En çok da olan bitenden şaşkın insanların gözleri. Başımdaki mavi beremle bana bakıyorlar. Neler olduğunu, neden öldüklerini soruyorlar. Bir komutan olarak başarısız oldum. İnsanları ikna edemedim. Askerlerimi kaybettim ve 800 bin insan öldü. -Romeo Dallaire
Askeri güç isteği red edilen Dallaire, en azından Interahamwe liderleriyle görüşerek bu katliamı durdurmaya karar verdi. Kigali Otelinde görüşme gerçekleşti.
Oraya vardığımda Bagosora beni onlarla tanıştırdı. Ellerini sıktığımda halen üzerlerinde kan olduğunu gördüm. İnsanlıktan çıkmış gibiydiler. Bir insanla değil, kötülüğün ta kendisiyle konuşuyordum. Acaba insanları kurtarmak için şeytanla iş birliği mi yapmalıydım, yoksa bu herifleri orda vurmalı mıydım? Bu soruyu halen yanıtlayabilmiş değilim -Romeo Dallaire
Bölgeye kurtarma ekipleri geldi. Tutsiler hastane, okul ve kiliselerde günlerce saklanıyordu. Askerleri gören insanlar kurtulduklarını düşünüyorlardı. Askerlere olan biteni anlatıyor, yardım diliyorlardı. Ancak yardımın onlar için gelmediklerini anlamışlardı. Askerlerden cevap alamayan Tutsiler gazetecilerle konuşmaya çalışıyordu: “Lütfen yardım edin.”
Askerler sadece Avrupalıları alıp gittiler. Tutsiler ise tek başlarına kaderlerine terk edildi. Bir kişi hariç: Carl Wilkens.
Uluslararası Adventist Geliştirme ve Yardım Ajansı yöneticisi olan Wilkens, sahip olduğu Amerikan pasaportuyla gelen yardım ekibiyle birlikte bölgeden çıkma hakkı vardı. Ancak arkadaşları ve çalışanlarıyla beraber orada kalmayı tercih etti. Ruanda’da kalan tek Amerikalıydı.
Soykırımın ardından
- 6 Nisan’da başlayan soykırım yaklaşık 100 gün sürdü.
- En az 800 bin insan katledildi. Bazı tahminler 1 Milyonun üzerinde.
- Yaklaşık 300 bin Tutsi hayatta kaldı.
- 2 Milyondan fazla Hutu ülkeden kaçtı.
- Toplamda 400 bin çocuk kimsesiz kaldı.
- Devlet kurumları tamamen çöktü.
Ruanda Soykırımı ile ilgili film ve belgeseller
Filmler:
- Hotel Rwanda (2004)
- Beyond the Gates (2005)
- Sometimes in April (2005)
- A Sunday in Kigali (2006)
- Shake Hands with the Devil (2007)
- Munyurangabo (2007)
- The Day God Walked Away (2009)
- Kinyarwanda (2011)
Belgeseller:
- Journey into Darkness (1994)
- A Culture of Murder (1994)
- The Bloody Tricolor (1995)
- Valentina’s Story (1997)
- When Good Men Do Nothing (1997)
- Triumph of Evil (1998)
- Ghosts of Rwanda (2005)
- Flowers of Rwanda (2008)
- Flower in the Gun Barrel (2009)
- A Generation After Genocide (2010)
- Burden of My Heart (2011)
Kaynaklar:
1. Vikipedia
2. Ghosts of Rwanda
3. History.com
Hocam, Hutuların bu kadar öfke dolu olup Tutsileri yok etmesinde Avrupa Ülkerlerinin eli ve ve 1931 yıllarda refah halde yaşayan Tutsilerin etkisi olabilir mi ? Tabi ki katliam savunulamayacak bir sey ancak kendi halkını hakir gören bir Tutsi var ve Belçikalı ve Almanya var